Diğer
    Ana SayfaPsikolojiİçinizde baskılanan taraf: Gölge benlik nedir, nasıl etkiler?

    İçinizde baskılanan taraf: Gölge benlik nedir, nasıl etkiler?

    -

    Yaşamımız boyunca görünen ve gölgede kalan iki farklı benlikle hayatımızı sürdürüyoruz. Ama bazen gölgede kalan karanlık yanımız ortaya çıkabiliyor. Hal böyle olunca da gerek özel gerekse iş yaşamımız derinden etkilenebiliyor.

    Hazırlayan: Ayşegül Uyanık Örnekal

    Özellikle iş yerlerinde bağırmadan hiçbir şeyin hallolmayacağına inanan insanların, çocukluk yaşantısında ya kendilerine çok bağırıldığını ya da aile efradından birine bir diğerinin çok bağırdığını görerek büyümesi, insan psikolojisi açısından en örseleyici yaşam olaylarındandır. Zira erken çocukluk döneminde bu yaşantıya maruz kaldığında, kişi mazlum olmamak için zalim olmayı tercihe sürüklendiğini fark edemez. Ya da bazılarında, örneğin kaçıngan kişilik bozukluklarında, tam tersi zalim olmamak için mazlum olmayı bilinçdışı olarak tercih eder.

    Toplum tarafından hoşlanılmayan özelliklerin bastırıldığı gizli bir kişilik kutusu düşünün. Bu kutunun ansızın açığa çıkması ve içindekileri sızdırması gibi istenilmeyen bir gücü olduğunu da! Onu ne yapardınız? Muhtemelen atardınız, uzaklaşmaya çalışırdınız, yok sayardınız. Peki ya bu kutu, bilinç dışında yer alıyorsa? Kimliğimizin bastırılmış yönlerini ifade eden bu kutu analojisinden yola çıkarak, aşağıdaki soruları evet ya da hayır olarak yanıtlamaya ne dersiniz?

    - Advertisement -

    SİZCE İYİ BİRİ MİSİNİZ?

    • Hiç olmadık zamanlarda ani ve istemsiz davranış paternleri gösteriyor musunuz?
    • Bazen üstünüze çok gelindiğini düşündüğünüz oluyor mu?
    • Etrafınızdakilerin sizi anlamadığını ya da anlaşılmadığınızı düşünüyor musunuz?
    • Bu noktada kendinizi uzun uzun derdinizi anlatırken buluyor musunuz?
    • Siz onlara sevgiyle kol kanat gererken, duygusal ihtiyaçlarınız olduğunda onların duyarsız yaklaştığını sezdiğiniz oluyor mu?
    • Problemlerinizden kaçındığınız zamanları geride bıraktığınızı düşünürken, hiç olmadık bir anda bambaşka bir tutumla etrafınızdaki insanlara fevri davrandığınız oluyor mu?
    • Ses tonunuzla, tavrınızla adeta bir başkasına dönüştüğünüzü düşündüğünüz oluyor mu?
    • Bazen kendinizi hiç yapmayacağınız şeyleri yaparken buluyor musunuz?
    • Zaman zaman “Keşke böyle söylemeseydim” dediğiniz oluyor mu?
    • Son derece özgüvenli biri olduğunuzu düşünürken, içli içli ağladığınız zamanlar oluyor mu?
    • En sonunda her şeyden elinizi çekerek kendinizi yalnızlaştırdığınız zamanlar gittikçe artıyor mu?

    “Eğer yukarıdaki sorulardan çoğuna, ‘evet’ yanıtını verdiyseniz, içinizde baskılanan tarafınızla temas halinde olmanıza rağmen, sağlıklı bir yetişkin olarak onu çözümlemek yerine baskılamaya çalışıyor, gölgede kalmasına izin veriyor ve böylelikle de kişiliğinize ait en önemli kısmı görmezden geliyorsunuz demektir” diyen Medical Park Bahçelievler Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Berra Baş, şöyle devam ediyor: “Jung’a göre, kişiliğinizin reddettiğiniz kısımları sizi kendinizden uzaklaştırabilir. Olmadığınız biri gibi davranmak değil, kendinizle barışmanız gerekiyor.”

    AYDINLIKTA KALAN KİMLİĞE GİDEN YOL, GÖLGELENEN KİMLİKTE GİZLİ

    Analitik psikoloji kuramının öncüsü olan Carl Jung, insan psikolojisi üzerinde yaptığı felsefi çalışmalarla, bugün halen bireyin en iyi versiyonuna ulaşmasına önemli katkı sağlayacak bir yaklaşım sunuyor. Bu yaklaşıma göre, insanlar evrensel olarak “iyi” ve “kötü” olarak ayrılmaz. Aksine her insanın içinde iyi ve kötü bir taraf bulunur. Bu bakış açısına göre insanın davranışlarının iyiye gidebilmesinin önündeki engel, bireyin kendi kötü tarafını yok saymasıdır. İyi olma hali ise bireyin kendisine sunduğu bir hediye. Ancak bu hediyenin bir ahşap kutuyla geldiği, iyi olma haline ulaşmak için o kutuyu yok saymak gerektiğini söyleyen Uzm. Klnk. Psk. Baş, “Öncelikle kutunun varlığını kabul etmeli, nasıl açabileceğimize karar vermeli, anahtarları oluşturabilmeli ve sağlıklı, doğru bir şekilde açmaya yönelmeliyiz ki içindeki hediyeye erişebilelim. Peki kutuyu yok sayarsak ne olur? Kutuyu yok sayanlar, toplumun beklentisi olan ‘iyi insan olma’ kavramı uğruna adeta kendi benliklerinden kaçınır ve içinde saklanan gerçek iyi benlikleri yerine, sahte bir benlik inşa etmek üzere her gün çaba sarf eder. İşte biz buna maskeli kimlikler diyoruz: İyi insanmış gibi davranan insanların, günlük yaşamlarında diğerlerine oranla daha çabuk yorulması, daha çabuk depresyona girmesi, ilişkilerinin daha çabuk sona ermesi, bunların da ötesinde başlarına ne gelirse gelsin etrafındakileri suçlaması veya herkesin sorumluluğunu oflaya puflaya üstüne alması, kendisini adeta bir ilahmış, bir lütufmuş, üstün güçlü bir insanmış gibi sık sık lanse etmesi tamamen bundan kaynaklanır” diyor.

    Kendi içindeki istiridye kabuğunun saklı olduğu kutuyu açmaya cesaret edemediğinden yaklaşamadığı gerçek benliğine, sahte bir benlik kutusu oluşturmaya çalışarak ulaşacağını zannetmek, içi boş, dışı dayanıksız bir hediye kutusu oluşturmaktan başka bir şey değil. Bu hem boşa bir çaba hem de çok ciddi bir zaman/efor ve içsel güç kaybı teşkil ediyor. Ufacık bir darbe aldığında, belirgin bir boşluk hissi yaşamak da bunun neticesi. Kutu boş olunca, ortaya çıkan da boşluk oluyor. O yüzden boşluk hissi, sahte benlik içerisinde olanlarda yoğun tezahür eder. Ancak gölge benliğiyle yüzleşmeye cesaret edenlerin durumunu farklı olarak tanımlayan Uzm. Klnk. Psk. Baş, şöyle devam ediyor: “Yapılması gereken; kendi benliğine erişmek ve gerçekten neyin iyi geldiğini tespit ederken, neler konusunda kendini gölgede bıraktığını fark etmek, hangi konularda kendini güçlendirmesi gerektiğini de fark edebilmek. Öfke kontrolsüzlüğü gibi… Güçlenmek için aydınlık kalan taraflarımızı bilmek kadar, gölgede kalan tarafımızı da gözlemlemek gerekir.”

    BİLİNÇ DIŞINDAN BİLİNCE YOLCULUK

    Tam da bu noktada Jung; bu sorumluluğu alabilmenin ön koşulunun insanın kendi derinliğine sağlıklı bir bakış açısıyla yönelmesini ve kendisini radikal bir tanımlama olan iyi-kötü şeklinde tanımlamayı bırakması gerektiğini savunur. Bu noktanın çok önemli olduğunu söyleyen Uzm. Klnk. Psk. Baş, “Buradaki derinliği görmek, insanın kendi iyilik haline ulaşmasının önündeki engellerin üstesinden gelmesi noktasında, sorumluluğu bir başkasına değil, kendisine yöneltmesini ve bilinçli olmasını gerektirir. Bireyin bizzat kendi içindeki iyi ve kötü kavramından hangisine temas ettiğini tespit edebilecek bilinç düzeyinde olması gerektiğini savunur. Nitekim daha açıklayıcı olması açısından, birey kendisini pirüpak iyi olarak tanımlamaya o kadar elverişlidir ki, gündelik hayatında seçtiği davranışlarla kendisini adeta ‘iyi bir insan’ olarak görünmeye zorladığı gibi, görülmeye de zorlar. Bir yandan kendisini iyi olmaya zorlarken, diğer yandan da iyi olduğunu kanıtlamaya ve bu bağlamda olumlu geri bildirim almaya zorlar. Bu durum kendisini baskılar ve içinde aslında var olan ama toplumsal olarak hoş görülmediği (ve görülmeyeceği) için bastırdığı özelliklerini, zaman geçtikçe daha da baskılar ve yok sayar. Bu yok sayma hali, sahte bir iyilik haliyle belirir ve adeta gölgede kalmaya zorlanır. Hal böyle olunca, olası herhangi bir olumsuzlukla karşılaşıldığında, yok saydığı kötü taraf aniden belirir. Hiçbir gölge ebedi değildir. Bu da yine klinikte karşımıza şu cümleyle çıkar: ‘Ben aslında çok kendi halinde, mütevazı, sevgi dolu bir insanım ama nasıl oldu anlamadım. O gün eşime/iş arkadaşıma/yardımcıma/çocuklarıma bir anda bağırırken ve kalplerini kırarken buldum kendimi. Böyle biri olmak istememiştim ki!’ İşte Jung bu durumu yani bireyin kendi içindeki o istenilmeyen hali, ‘gölge’ kavramıyla ifade eder. Çünkü aslında her şey zıttı ile tezahür eder ve kötülük, iyiliğin gölgesidir. Baskılanmaması, aksine anlaşılması gerekir. Karanlığı bilmeden, aydınlığın önemi bilinebilir mi? Kötülüğü bilmeden de iyilik haline nasıl tercih anlamında erişilebilir ki?” diyor.

    VAROLUŞSAL BİR İHTİYAÇ

    İyilik, öğrenilen bir kavram. İnsanlar doğduğu andan itibaren iyilik yapmaya yönlendirilir ve bu bilinçli bir tercih değildir. Kişi zamanla karşısından olumlu geri bildirimler aldıkça iyilik halini korumaya ve bu noktada devam etmeye yönlendirilir. Örneğin, bebekler annelerine gülümsediklerinde daha çok sarmalandığını ve annelerinin daha neşeli sesler çıkardığını deneyimler. Aynı şey anne için de geçerli. Ne zaman ki iyiliği bir gün karşılıksız veya ilgisi zayıf kalır, kişi burada bir tercih yapmaya zorlanır: “Ya öğrendiği üzere iyi olmaya devam eder ve baskılanmış bir sahte kişilik oluşturur ya da içindeki kötülüğü öfke kanalıyla sağlıksız bir şekilde ortaya çıkarmak zorunda kalır.” Görüldüğü üzere, sistemi belirleyen değişen ihtiyaçlar. Bunun bebeklerdeki diş çıkarma sürecinde de gözlemlendiğini belirten Uzm. Klnk. Psk. Berra Baş, şu sözlerle devam ediyor: “Önceleri dişe ihtiyaçları yoktur, peki ya sonra? Bunu yok saymak, bireyin yaşı ilerlemesine rağmen dişlerini yok sayması ve dişlerini kullanmadan sürekli sadece bir şeyler içerek hayatına devam etmesi kadar absürt. Bu analojiyle anlatmak istenilen; var olan ihtiyacı neye yönlendireceğimiz ve nasıl sağlıklı bir şekle çevirebileceğimiz, bilinç düzeyinde süreci ele almakta gizli: ‘Dişlerini yok sayma, onları sağlıklı bir şekilde kullan. Sinirlendiğinde duygunu yok sayma ama bu öfkeyi spor müsabakasında başarı olarak göster. Ya da hayal kırıklığı yaşadığında, bunu bir şarkı sözü yazmaya yönelt.’ Seçim, kişinin bilinciyle birleşik. Ve bunun için gölge benliğin bilinilmesi, duyulması/anlaşılması gerekir. Gölge kavramına göre, insan yaşam süresince bastırdığı ne varsa kendi içinde onu yaşatır. Ve bu, onun en ilkel, en istenmeyen, en bencil arzularını barındırır. Bu bağlamda, bilinç dışında yaşayan gölge çocuksudur. İhtiyaçları sonsuz ve zaman-mekan konusunda ayarı yoktur. Daha önemlisi her an ortaya çıkabilir veya istediği kadar gizlenebilir. Bu denli belirsizliğe temas eden gölge yanıyla barışamayan insanlar için gölge, korku veren bir şey. Bunu matematikte hiç öğrenmek istemediğiniz bir konu olarak düşünün. Ne kadar dersten uzak kalırsanız, o kadar korkutucu olur ve çözümü yokmuş gibi hissettirir. Ta ki sorumluluk alana dek! O derse girdiğinizde, sorumluluğunuz neyse yerine getirmeye başladığınızda, dersin aslında hiç de tahmin ettiğiniz gibi korkutucu olmadığını; sadece ders yükünün biraz fazla olması sebebiyle zaman alacağını ama buna değeceğini fark ettiğinizde, gölge yaramaz bir çocuktan; anlaşılmak isteyen ve kendi görüşlerinin dinlenilmesini isteyen, bir bakıma ilgi isteyen bir muzip çocuk haline gelirsiniz. O noktada kontrol artık gölgede değil, kişinin bilinçli halindedir. Peki ya yapılamadığında?”

    GÖLGELERİN ARDINDAKİ DONELERE DİKKAT!

    Gölge; olumlu bir şeye yönelmeye çalışırken, olumsuz üslup gösteren bir yanımız olarak da karşımıza çıkabiliyor. O yüzden yönelmeye çalıştığı şeyi iyi görmek, onu bilinç düzeyine getirmekle elde edilebilir. Bu çok zor, çoğu zaman da imkansız gibi görünebilir. Bunun için gölgemizi karşımıza alıp, onunla sohbet edebilmeyi başarmalıyız. “Belki özgür olmak, gezmek, dolaşmak, keşfetmek; belki de kendisini güçlü görmek istiyor. Kişinin bu yönde isteklerini görmesi çok mühim” diyen Uzm. Klnk. Psk. Baş, şöyle devam ediyor: “Belki de geçmişte bu isteklerini ifade etme şansı bulamadı. Belki de güç tanımını, ‘İnsanlara kendimi bağırarak ifade edersem korkarlar ve her dediğimi yaparlar’ şeklinde bir hipotez üzerinden devam ettiriyor? İşte birey, bu hipotezleri test ettiği bir yaşam döneminden geçtiyse, örneğin; bir seferinde birine bağırdığında istediği oyuncağı elde ettiyse ya da kendisi yaşamamasına rağmen birinin diğerine bağırdığını ve o bağırılan kişinin korkarak diğerinin her dediğini yaptığını gözlemleme yoluyla öğrendiyse ve bu istemsizce bilinç dışına kayıt edildiyse? O zaman, gölge bunu yansıtmalı özdeşim kanalıyla dikte ediyor ve yanlış öğrenmeleri devam ettiriyor olabilir. Bu durum bizleri öznel, romantik ve iş hayatımızda olumsuz davranışlara sürükleyebilir. O sebeple gölgeyi karanlıkta bırakmak çözüm değil. Belki bireyin gölgede kalan tarafı; mesleğini, yaşadığı yeri, arkadaş grubunu ve benzerlerini değiştirmek istiyor. Belki sadece sıklıkla sevmeye ve sevilmeye değer olduğunu hissetmek istiyor. Söz konusu istekler ütopik de olabilir elbette. Onu susturmayın, bırakın konuşsun. Aslında terapide yaptığımız da bu. Kişi uzun uzun konuştukça önce isteklerinin aşırılığını fark eder. Bunun geçmiş yaşantısındaki hangi karşılanmamış ihtiyaçlarla ilişkili olduğunu bilinçli bir şekilde ifade eder. Sonra isteklerinin şu anki yaş döneminde zaruri mi, yoksa çocuksu mu olduğunu anlar ve başkasından bir beklentiye girmeden kendi duygusal ve fiziksel ihtiyaçlarını karşılayacak gücünü arttıracak yaşamsal aktivite planlarını formülize eder. Örneğin, yeni bir iş arayışına girer. Pozisyonunu yükseltmek istiyorsa, gerekli olan eğitimlere katılmaya karar verir. Beslenmesini düzenlemeye karar verebilir. Spora yazılabilir. Mesleğini değiştirebilir. Veya çok idealist bir yaşamı varsa, hayatını sadeleştirebilir. Doğayla geçirdiği vakti arttırabilir. Meditasyona, duaya, relaksasyona başlayabilir. Hayatındaki bazı insanları daha sık görmek isteyebilir, diğerleriyle ise arasına sağlıklı bir mesafe kurmayı uygun görebilir.”

    GÖLGE TARAF AÇIĞA ÇIKABİLİR

    Her insanın gölge tarafı birbirinden oldukça farklıdır. Örneğin; narsistik kişilik bozukluğu yaşayan bir bireyin etrafa sunduğu kişilik emareleri göz önüne alındığında, ben merkezci, sinirli, aşırı talepkar, sabırsız, öfkeli, kendisine hayran özellikleri baskın olabilir. Bununla beraber gölge tarafı da bir o kadar kırılgan, narin, ilgiye muhtaç, anlaşılmayı bekleyen ama hiç anlaşılmamış, savunmasız, kendisinden hoşnut olmayan hatta sevmeyen ve etrafındakiler tarafından da sevilmeyen bir taraf barındırabilir. Kişinin gölgesi, bazen içselleştirdiği kendi ebeveyninin uzantısı olarak da karşımıza çıkabilir. İçselleştirdiği ebeveyn; kendisinden hoşnut olmayan, zorbalığa maruz kalan, mazlum biri olabilir. Ve birey; eğer gölge tarafını ortaya çıkarırsa, bununla baş edemeyeceğini hatta çıldıracağını düşünebilir. Bu tarafını; ezik, aşağılık, değersiz, yetersiz, çaresiz, önemsiz, sevilmeyen olarak kodlamış olabilir. Bu sebeple zihnin bireyi korumak için gölge yoluyla bilinç dışı olarak bunları zıt bir kavramla baskılamaya iteceğine dikkat çeken Uzm. Klnk. Psk. Baş, “Kişi zamanla yaşanılan tüm acı dolu deneyimleri gerçekten yok sayar. Bir tek bu şekilde yaşama tutunabileceğini varsayar. Çocukluğu sorulduğunda, hatırlayamadığını ifade eder. Rüyalarını hatırlayamadığını söyler. Ya da yaşadığı zorlu bir deneyimin çok minik bir kısmını gülerek anlatır. Bu ironi de başlı başına kendisini gölgenin açığa çıkması durumunda savunmasız bırakır. Öyle bir an gelir ki, örneğin, narsisistik davranışları işe yaramayabilir. Bağırsa da karşı taraf o bağrışa teslim olmak yerine kendi seçimlerini gerçekleştirebilir. İşte bu durum narsisistik birey için yıkım gerçekleştirir. Ve tam o yıkımın içerisinden bir kırılmadan, çatlaktan ince ince sızar o gölge yan! Kişi burada abreaksiyona girebilir, ağlayabilir. Boynunu bükebilir, özürler dileyerek bir daha yapmayacağını ifade edebilir. Aslında o anda söz konusu kırılgan ebeveynine dönüşebilir. Ancak hemen ardından tekrar o mazlum olma hali kendisine iyi gelmediğinden, narsisistik tarafına dönebilir. Halbuki ikisi de tehlikelidir. Hem kendi narsisistik yan, hem de o gölgelenen narin kırılgan yan, her bağlamda patoloji göstergesidir. Bireyin, aydınlık ve karanlık tarafta kalan yanlarını görmesi iyileştiricidir. Böylelikle olayları siyah-beyaz şeklinde düşünmek yerine, bir yetişkin olarak kendi güvenli gri alanının oluşumuna dair yeni bir sağlam yapı inşasına başlaması gerekir. Ve kendisinde sevdiği yönleri abartmadan devam ettirirken, sevmediği yönlerle ilgili sorumluluk alabilmesi gerekir. Kendisine ve kendisiyle iletişim içerisinde olanlara daha konforlu ve daha ılımlı bir ortam sağlamayı tercih etmeli. Hayatta mazlum ya da zalim olmadan da sağlıklı bir şekilde devam edebileceğine inanması ve yol alması için kendini geliştirmeye istekli olması, bizzat kişi tarafından sağlanmalı. Yapamıyorsa, psikoterapi desteği alması gerekir” diyor.

    GÖLGELERİMİZİ YOK SAYDIĞIMIZDA NE OLUR?

    • Dengesiz davranmaya başlarız.
    • Kişiliğimizin oturmadığı izlenimini karşı tarafa sunarız.
    • Öznel var oluşumuzdan memnuniyetsizlik duymaya başlarız.
    • Kendi güvensizliklerimizi, başkalarının kusuruymuş gibi gösteririz.
    • Çabuk kızarız, çabuk alınırız.
    • İlişkileri sürdüremeyiz.
    • İnsanlara yargılayıcı ve keskin bir dille yaklaşırız.
    • Mükemmeliyetçiliğe sığınırız.
    • Yanıldığımızı, yanılmış olabileceğimizi kabul etmeyiz.
    • İnsanları tam manasıyla kendimizden bezdiririz.
    • İş hayatımızda istediğimiz noktaya gelmemiz çok zaman alır.
    • Daha da önemlisi hayatı kaçırırız. Kurban psikolojisinde kalırız.
    • Gölge yanımızı sürekli baskılamaya çalıştığımız için orada saklı olan, yaşamdan keyif alacağımız bazı doneleri de göz ardı etmek zorunda kalırız.

    KARANLIK YANINIZI BİLİNÇLENDİRİN

    Carl Jung’un da dediği gibi “Bilinç dışınızı bilinçli hale getirene kadar, o sizin hayatınızı yönlendirecek ve siz ona kader diyeceksiniz. Karanlık yanınızı bilinçlendirerek, istediğiniz aydınlığa erişebilirsiniz”. Uzman Klinik Psikolog Berra Baş, bunun için yapılması gerekenleri şöyle sıralıyor:

    • Meditasyon yap.
    • Sorgulamalarını doğru seviyede kendine yönelt.
    • Tetikleyicilerini ve problem alanlarını belirle.
    • İnsan olduğunu hep kendine anımsat.
    • Kendini tanımayı önemse.
    • İnsanlarda gördüğün olumsuz özelliklerin, kendi gölgene ait parçalar olabileceğini bil. Gözlemle!
    • Aydınlık ve karanlık kısımlarınla sen bir bireysin. Sorumluluk alarak, kendini en iyi versiyonuna dönüştürmeyi deneyebilmelisin.


    CEVAP VER

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz